CEMAL KARACAN ANADOLU LİSESİ
  ÇANAKKALE ARŞİVİ
 
Çanakkale SavaŞinda İllere GÖre Şehİt Sayisi


Adana (842)
Adiyaman (11)
Afyon (95)
Aksaray (285)
Amasya (32)
Ankara (1772)
Antalya (183)
Artvİn (10)
Aydin (1746)
Balikesİr (2779)
Bartin (254)
Bayburt (21)
Bİlecİk (854)
BİngÖl (Sempatik
Bİtlİs (59)
Bolu (1405)
Burdur (606)
Bursa (3737)
Çankiri (972)
Çanakkale (1788)
Çorum (1333)
Denİzlİ (2195)
Dİyarbakir (49)
Edİrne (858)
ElaziĞ (159)
Erzİncan (282)
Erzurum (109)
EskİŞehİr (843)
Gazİantep (502)
Gİresun (114)
GÜmÜŞhane (39)
Hatay (283)
İÇel (1218)
Isparta (55)
İstanbul (1648)
İzmİr (1720)
KahramanmaraŞ (213)
Karaman (455)
Kars (1)
Kastamonu (2425)
Kayserİ (771)
Kirikkale (232)
Kirklarelİ (366)
KirŞehİr (448)
Kocaelİ (583)
Konya (2488)
KÜtahya (1487)
Malatya (141)
Manİsa (2174)
Mardİn (7)
MuĞla (671)
MuŞ (7)
NevŞehİr (525)
NİĞde (509)
Ordu (56)
Rİze (71)
Sakarya (526)
Samsun (44)
Sİİrt (40)
Sİnop (1488)
Sİvas (25)
TekİrdaĞ (646)
Tokat (47)
Trabzon (155)
Tuncelİ (30)
Urfa (383)
UŞak (818)
Van (36)
Yozgat (661)
Zonguldak (753)

Toplam : 48148

Vatan İçin Nelere Katlandılar....
43ncü Alay 1nci P.Tb. 1nci Bölük/ÇANAKKALE

15 Haziran
Sabah : Üzüm Hoşafı
Öğle : Yok
Akşam : Yağlı Buğday Çorbası

16 Haziran
Sabah : Yok
Öğle : Yağlı Buğday Çorbası
Akşam : Ekmek Tam

17 Haziran
Sabah : Ekmek Yarım
Öğle : Ekmek Tam
Akşam : Yok

Not: 21 Ocak 1914'den itibaren başlayarak ordu emriyle ekmek istihkakı günlük 500 grama indirilmiştir. Çünkü un ve ekmek kalmamıştır.

Bu vatanın nasıl kazanıldığını bilmeyenlere, anlamayanlara ya da anlamak istemeyenlere lütfen anlatınız.

"Efendiler!

Bütün dünya bilmelidir ki, Türk
vatanının bir karış toprağı için bütün
millet bir vücut olarak ayağa kalkar.
Saygınlığının bir zerresine, vatanın
bir avuç toprağına yapılacak saldırının
bütün varlığına vurulmuş darbe
olacağını Türk milletinin fark
etmediğini sanmak, hatadır."


Gazi Mustafa Kemal


EY BÜYÜK ATA!


Varlığımızın en mukaddes temeli olan, Türk istiklalinin ve Türk Cumhuriyetinin ebedi bekçileriyiz. Bu karar, sarsılmaz irademizin değişmez ifadesidir.

İstikbalde, hiçbir kuvvet yolumuzdan döndüremeyecektir.
Bizler, bütün hızımızı senden, milli tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez insan ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her hamle şuurludur.

En kıymetli emanetin olan Türk istiklal ve Cumhuriyeti, mevcudiyetimizin esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlatlarının elinde ilelebet yaşayacak ve nesilden nesile devredilecek.

Bu mukaddes emanete yönelen dâhili ve harici bütün tecavüzler, iman dolu göğsümüze çarparak parçalanacaktır.

İstiklal ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar en modern silahlarla mücehhez olarak, en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, milli şuurumuzu ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaklardır.

Çünkü İstiklal ve Cumhuriyetimize kastedenler, karşılarında beş bin yıllık şerefli Türk tarihinin yılmaz evlatlarını, cumhuriyeti ve inkılâplarının feyizli ve imanlı gençlerini bulacaklardır.


KOLUMU KESİVER KUMANDANIM

Çanakkale muharebelerinde kumandanlık etmiş ve yaralanmış emekli bir subayın hatırası da şöyledir:

�Çanakkale harbinin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nispetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimizle neticelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muharebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Mehmetçiklerin �ALLAH ALLAH� nidaları ufku titretiyor, korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi.

Bir aralık yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geri dönünce Ali Çavuşla karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıstırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından, aldığı bir isabetle hemen hemen kopacak hale gelmişti, Elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ızdırabını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:

�Şunu kesiver kumandanım� dedi.

Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki gayr-i ihtiyari çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım.

Çok geçmeden Ali Çavuş yalnız elini değil, vatan uğruna fani vücudunu feda etti. Gözlerini hayata yumarken de: �Vatan sağ olsun! Allah imandan ayırmasın!.. Canım vatana feda olsun!.. cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü haline gelmişti.�

Günlerdir boğazından bir şey geçmemiş, aç bir vaziyette vurulan Mehmetçiğe ekmek verdiklerinde, O Mehmetçik:

- Kardeşlerim şimdi benim bu ekmeği yemem uygun düşmez. Ben birazdan öleceğim için bu ekmek ziyan olmasın. Gavurla çarpışan bir arkadaş yesin de ona enerji olsun..� diyecek kadar yücelmişti. Bir başka Mehmetçik şehit düştüğü halde, huzur-u Rabbilalemine öylece varmak için katiyen elinden silahı bırakmıyor ve öylece gömülüyordu.

Bir diğeri, savaşırken gözünü kaybetmiş vaziyetteydi. Sahabe devrinde cihat ederken gözünden vurulan mücahide �Geri kal da tedavi ol� dendiğinde,

- �İki gözü olup da geriye bakmaktansa tek gözle ileri bakmayı tercih ederim. Bir kafada bir göz yeter�� diye gürleyerek savaşa devam eden Sahabe edasıyla, Mehmetçik şöyle diyordu:

- �Lütfen.. Üzülmeyin kumandanım, benim gözlerim göreceğini gördü.�

Bir hadiste de: �İki çeşit gözü ateş yakmaz. Allah korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet bekleyen göz� buyurulur.

Bir başkası kolunu kaybetmiş ve hastanede yatarken komutanına yazdığı mektupta duygusunu şöyle dile getiriyordu: �Sağ kolumu kaybettim. Ama zararı yok, sol kolumla da savaşırım. Ama beni üzen şey, yaramın kapanmadığı için cepheden uzak kalmışım��

Bir başka Mehmetçik ciğerlerinden rahatsızlanmış bir durumda, hava değişimi verilerek memleketinde gönderilmek istenince, bu raporu verilerek memleketine gönderilmek istenince, bu raporu şiddetle reddederek cephede çarpışan arkadaşlarının yanına koşuyordu.

Mana ve ruh aleminde böylesine yücelmiş ve Rab�leri katında şahikalarda taçlanmış Mehmetçiklerden meydana gelen bir orduyu, dünyada hangi güç ve kuvvet durdurabilirdi acaba? Nitekim durduramadı da. İşte Çanakkale�de zaferi kazanan ruh da buydu.


 
Seyit Onbaşı


Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık (Manastır) köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Abdurrahman, annesininki Emine idi.

Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı. 1912'de Balkan Savaşları'na katıldı. Savaş bittiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi'nde görev aldı. Çanakkale Savaşları'nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk Tarihi'ne yazdırdı.
18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı.
Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü. sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti.
1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla "Çabuk" soyadını aldı. 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti.


MUCİZE OLAY



Sabahın sekizi sıralarında düşman donanmasının yoğun topçu atışlarıyla Çanakkale Boğazı'nda başlayan savaş cephe boyunca tüm şiddetiyle sürer.Gümbürtüden,uğultudan iniltiden boğaz yıkılır.Sırtlar; tepeler; kara toprak, dağ taş duman olur.Boğazın mavi suları düşen ateşten güllelerle yanar alev, alev...

Her dakika, her saniye cephede ölüm kusan düşmanların en gelişmiş

savaş gemilerinden oluşan güçlü donanması, emperyalist efendilerini utandırmamak,mutlaka masa başında planlandığına uygun kesin zafere ulaşmak tutkusuyla olanca çabalarını gösterip,olanca gayretlerini harcarlar.

Önceleri İngiliz zırhlısının dev toplarından yükselen iri,tahrip gücü yüksek ve etkili

Güllelerle korkunç gürültülerle Mecidiye Bataryası da düşmanın yoğun ateşi altında olduğu halde hiç paniğe kapılmadan cesaretle,özveriyle görevini sürdürür.Komutan Yüzbaşı Hilmi Bey'in yükselen sesiyle attıkları her topu şehit düşmüş olan arkadaşları şereflerine atarlar.

Bir ara sığınaktaki telefon çalar.Çalmasıyla birlikte Komutan Yüzbaşı Hilmi Bey telefonun bulunduğu sığınağa koşturur işte tam o anda yeri,göğü inleten müthiş bir patlama olur.Patlamanın şiddetinden her taraf zelzele olurcasına sarsılır ve aynı anda da Mecidiye Bataryası'nın bulunduğu sahaya koyu bir kara duman çöküverir.

Ne acıdır ki bu olay sürecinde ve sonucunda Mecidiye Bataryası toz duman içerisinde havaya uçar.

Batarya Komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey feci patlamadan üç,beş saniye sonra sığınaktan ok gibi dışarı fırlar.Fırladığı gibi de bataryasının,acıklı,yürekleri sızlatan korkunç manzarasını görür.Görünce de olduğu yere çakılır kalır.Bataryasında herşeyin bittiğini farkeder.Toparlanınca yaralıların acı acı feryatları,haykırışları arasında dolanmaya başlar.Şehitlerin cansız vücutlarından,güllelerin acımasız darbeleriyle kopan parçalara bakar.Yaşaran gözleriyle “sanki ne diye sağ kalıp da bu dayanılmaz manzarayı gördüm?Allahım bunları bana ne diye gösterdin?Şuracıkta neferimle,birlikte benim de cancazımı alaydın ya!Ya şimdi benim sağlığım neye yarar?olan oldu,giden gitti bir kere!” diyerek üzülür.Bitmiş,tükenmiş Mecidiye Bataryası'nın toprak yığıntıları ve çöküntüleri arasında;

“Gomutanım,gomutanım!... N'olursun gurtar beni gomutanım. Aman yetiş ölüyorum, boğuluyorum gomutanım!” diye bir ses duyor. Hemen sesin gittiği yöne doğru koşar. Bu ses nefer Niğdeli Ali' nindir. Cephaneliğin patlamasıyla havaya ucmuşMecidiye Bataryası'nda toprak altında komutanı tarafından ilk kurtarılan nefer Niğdeli Ali'dir.

Niğdeli Ali, yatırıldığı yerde acı acı inleyip duran bir yaralı arkadaşına yardım etmek veya bir ihtiyacını karşılamak için onun bulunduğu tarafa giderken ayağına birşeyler takılır ve sendelemesi sonucu yere düşer. Kendisini düşüren şeyin ne olduğunu öğrenmek için arkasına dönüp bakar. Arkasına baktığında birde ne görsün? Oracıkta meydanda bir insan ayağı durupdurur. Hemde ayak diklemesine ve açıkta durupdurur. Ali önce bedenden kopmuş bir parça sanır. Sanır ama sonradan düşünürki bedeninden kopmuş parça olsa öyle diklemesine durup ta beni düşürmez. Geriye dönüp, ayağın yanına varır. Önce üstündeki toprakları temizler, sonrada eliyle ayağı hafifce iki yana sallayıp yoklar. O zaman onlar ki ayak bedeninden kopmuş parça kesinlikle değildir. Hemen komutanını çağırır.

İlk onlarda toprak altından çıkarılan iri kıyım koca neferden hayat belirtileri çok az gözlenir. Ancak komutan eliyle yoklayınca nabzının ve kalbinin hafifte olsa henüz atmakta olduğunu fark eder. Bir süre sonra nefer iyileşir. Neler olduğunu öğrenmek ister. Niğdeli Ali olanları ağlayarak anlatır.

Bataryasının inanılması güç yıkık, dökük, çökük, bitik halini görür. Beş on saniye bu dayanılması güç sahneyi sessiz soluksuz süzer. Gördüğü yürekleri sızlatan, parçalayan manzara karşısında koca nefer'in tüm vücudu ürperir, her tarafı hırsından zangır zangır titrer ve yüzü renkten renge girer.

Bogazı daha iyi görebilmek, savaşın seyir durumunu daha iyi izleyebilmek için iki üç adım ileri atar. Bogazın karşı tarafına bakar. Bu sırada boğazda savaş tüm şiddeti ile devam etmektedir.

Koca nefer neden sonra aklına bir şey gelmişçesine, bir şeye karar vermişçesine keskin bir dönüşle ok gibi geriye fırlar. Daha sonrada her nasılsa ayakta kalabilmiş tek topun başına gelir ve durur.

Ali bakar ki ayakta kalmış görünen tek topunda durumu sağlıklı değil, o da yürümeye başlamıştır. Bir kez topun en önemlisi hasar görmüştür. Topun ikiyüzyetmişbeş kiloluk ağır güllelerini iki metre yükseklikteki namluya çıkararak matazarası yani vinci görev yapamaz hale gelmiştir. Kaldıki başka bir ağrızanında olup olmadığı belli değildir. Matazaranın çalışmaması, onun arızalı oluşu dahi topun görev yapmamasına, doldurulup ateşlenememesine geçerli neden sayılır. Çünkü koca ağır gülleyi tam iki metrelik yüksekliğe çıkarıp ve de namluya yerleştirebilmek değil iki kişinin on kişinin bile belki yapamayacağı bir iştir.


Koca Nefer :

“ Topun mataforası bozuk, elleşeceğimiz, yardımlaşacağımız kimsemiz de yok deyipte şu kötü gadrımıza boyun eğip, yani bizde sapasağlam bedenimizle harpten mi kaçalım şincik? Ya o zaman yerler de yatan şehitlerimiz, bağırıp çağırıp duran yaralılalarımız nolacak? Sonracım onlan ahları nolacak? Acaplarına bu zavallacıkların günahları,gabahatları neydi Ali? Şu halleri, yüreklerimizi parçalayan şu vaziyetlere hiç dayanılı mı? Hani bölüğümüz bataryamız? Hani mülazım Teğmen Fahri Beyimiz? Hani Osman çavışımız, hani sazcı Hasanımız, hani öteki daha bir sürü eratımız? Bir de bunların boğazı geçip de paytatımız İstanbul'u aldını, memleketimizin her yanını işgal ettiğini düşün. Sana bize ne derler gerideki gızanımız, eyi döğüşemediler de boğazdan salıverdiler gavırları demezler mi? Yok Ali kardaş, galan dayanamam ben bu işe” der.

Demesiyle birlikte Koca Nefer başında durup beklediği topun dibindeki yerde nasılsa sağlam kalabilmiş iki gülleden birisini “Ya Allah” haykırışı ile karakucak edip kavrar. 275 kilo ağırlığındaki kocaman top güllesi Koca Nefer'in çok çabuk ve ivedi bir hareketiyle kucağında sanki küçük bir bebek veya saman çuvalı gibi havaya kalkmıştır. Niğde'li Ali bu inanılmayacak manzarayı gerçeği, özveriyi görünce şaşkınlıktan ağzı bir karış açık hayretler içinde ona doğru bakıp da kala kalır. Sanki bir anda dili tutulmuşçasına suskun ve şaşkın Koca Nefer'i seyreder.


Koca Nefer:

“Üllen Ali aptal aptal, şaşkın orda bakınıp duracağına azıcık bene yardım etsene? Hele yardım ette, şuracıktan tutuver de az bişey kaldı, govana yerleştirelim şu gülleyi” der.

Durumu, gerçeği ve Koca Nefer'in gösterdiği özveriyi gördükten sonra artık Ali de Koca Nefer'in bu işi üstün gücüyle mataforasız, vinçsiz de olsa başaracağına inanmıştır., iyice aklı yatmıştır. Koca Nefer'in bölükteki diğer arkadaşlarından farlı olarak sahip olduğu üstün gücünü, üstün fiziksel yapısını bilirdi de bu denli özveriler göstereceğini hiç aklının köşesinden dahi geçirmemiştir. Ama gördüğü gibi şimdi inanılmayacak bir görüntüyle, özveriyle karşı karşıyadır. Koca topların koca güllesi Koca Nefer'in kolları arasında ve iki metre havadadır. Sanki çam kütüğünü kaldırıp eşeğine yükler gibi koca gülleyi de bir solukta havaya kaldırmıştır, Koca Nefer. Ali'nin bir anlık şaşkınlığı geçer geçmez Koca Nefer'in çağrısına kulak verip, o da güllenin bir kenarından tutar, ağır güllenin Koca Nefer tarafından topun namlusuna yerleştirilmesinde pek önemsiz de olsa biraz yardımcı olur.

Bitip tükenmiş Mecidiye Bataryası'ının mucize adamı, güçlü ve cesaretli Koca Nefer'i tarafından itinayla doldurulan tek topun uzun namlusu hemen Çanakkale Boğazı'nın Nara Burnu istikametine doğru seyreden İngiliz zırhlılarının bulunduğu kuzey doğu istikametine çevrilir. Hedef, önde seyreden İngiliz zırhlısıdır. Zırhlıya nişan alınır ve gerekli mesafe ayarı yapılır. Barut hakkı filan ne icap ediyorsa yerine getirilir. Topunu son kez kontrolden geçirir ve başkaca görülmedik bir arıza olmaması, çıkmaması dileğiyle Allah'a dua edilir. Sonra da Ali'ye o gemilere bakmasını tembihler.

Az sonra topun başındaki iriyarı Koca Nefer azimle, öfkeyle, kül olmuş bataryasının, şehit ve yaralı olmuş bir sürü arkadaşının intikamını bir hamlede alırcasına, eline geçen bu son şansı son fırsatı boşuna harcamayasıya, topunun tetiğine var gücüyle dokunur.

Tetik çekilince önce koca top korkunç gürültü ve inilti çıkararak bulunduğu yeri sarsar. Hemen arkasından bir gümleyiş daha olur. Bu gümleyişi takiben de iki düşman zırhlısından önde seyredeni üzerine koyu kara bir duman çöküverir. Bunun üzerine gözcü göreviyle durumu izleyen Niğdeli Ali olanca sesiyle :

“Furuldu Koca Adam zırhlı furuldu” der.

“Kanlı ve çok çetin geçen 18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı'nda havaya uçup kül olmuş Rumeli Mecidiye Bataryası'nda tam ümitsizliğe düşüldüğü bir anda tek top atışıyla isabet alıp, Koca Nefer tarafından batırılan zırhlı İngiliz'in OCEAN isimli zırhlısıdır. Bu zırhlı aynı zamanda Türkler'in zaferiyle sonuçlanan büyük deniz savaşının da en son batırılan zırhlısıdır. Peki ya bu zırhlıyı batıran üstün güçlü ve yetenekli özveri sahibi iri kıyım Kahraman Koca Adam, Koca Nefer, Mucize Adam kimdir? Tüm ümitlerin yitirildiği, her şeyin yok olup, sıfıra düşmüş bataryasında 275 kg.'lık gülleyi kaldırarak topunu doldurup ateşleyen, mucizeler yaratarak düşman zırhlısını batıran, dolayısıyla o günün kötü şartlarında birazcık da olsa bataryanın kötü talihini yenmesini başarabilen ve zaferin Türkler lehine dönüşmesinde büyük payı olan bu Koca Nefer kimdir? İşte bu Koca Nefer tarih sayfalarında Edremit'li Çanakkale kahramanı Koca Seyit, Nişancı Seyit Onbaşı namıyla anılan, kahramanlığı sık sık konu edilen, büyük kahraman şimdiki Balıkesir iline bağlı Havran ilçesinin Çamlık, eski deyimiyle manastır ve son değişiklikle kendi adını alan, yani koca seyit köyü olan köyde doğmuş, yaşamış ve orada ölmüş Topçu Onbaşı Seyit Çabuk' tur.


ANI

Mecidiye bataryası komutanı yüzbaşı Hilmi bey acı çeken yaralıların bir an evvel huzura kavuşabilmeleri için çevre birliklerden sağladığı yardım gurubuyla bir süre sonra bataryasına döndüğünde Niğdeli Ali neferinden sevindirici olayı öğrenir öğrenmez beklemediği mucizevi duruma o da çok şaşırır, inanamaz. Gerçi çevre birlikler de gezinirken kendi toplarının sesini andıran şiddetli bir ses, patlayış duymuştu ama bataryasının durumunu bildiğinden buna önem vermemiştir. Her şeyi öğrenip, heryeri inceleyince olayın doğruluğuna kesinlikle inanır. Neferi bu inanılmayacak başarısından ve gösterdiği kahramanlığından dolayı sarılıp, öperek kutlar. Ayrıca hemen de mucize olayı telefonla üstlerine rapor ederek bildirir.

Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Mustahkem Mevki “Boğazı Savunma” komutanı Cevat Paşa gelip komutanpaşa ödülü olarak Koca Seyit'e ilkkez onbaşı rütbesi takar. Ancak komutana göre bu çok azdır. Koca Seyit'e ne gibi bir ödül istediğini söylemesini söyler. Koca Seyit ısrarlara dayanamayarak ödül olarak kendisine tayin denilen o günlerin koşullarına göre erata verilen el kadar peksimetten iki tane verilmesini ister.

Paşasının emriyle o günden itibaren çift tayın bağlanır. Lakin gün geçtikçe ikinci tayını karnı doymadığı halde yiyemez, kursağından geçmez. Çünkü birlikte yemek yedikleri diğer arkadaşları ondan mahrumdur. Kısa bir süre sonra da kendiliğinden ikinci tayın yemesini bırakır. İşte o zaman Koca Seyit kendisini daha mutlu ve huzurlu hissettiğini anlar.

Koca Seyit'in mucizesi büyük yankı yaratarak Çanakkale Cephesi'ne tezden yayılır. O sırada Eceabat'ın “Maydos'un Biga'lı Boğalı” köyünden karargah merkezi olarak kullanan 19. Fırka Tümen Komutanı Mustafa Kemal Atatürk de bu haberi duyar. Duyunca da bu mucize kahramanı görüp yakından tanımak ister. Bu nedenle de o yılın nisan ayı başlarında yani 18-Mart Zaferi'nin 20. gününde filan kendi atıyla hizmetlerini özellikle gönderip, birliğinin çok yakınında görev yapan Koca Seyit'i birliğinden aldırıp köydeki evine getirtir. Onu konuk eder. Kahve içerken aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Büyük Gazi:

-Koca Seyit isimli topçu onbaşı sen misin evlat?

Koca Seyit:

-Benim Gumandanım!

-Tek başına nasıl kaldırabildin koca gülleyi?

-İşte Allah'ın izniyle oluverdi gumandanım. Sankim gülle ıfacık tefecik bir çam bölmesi gibi geliverdi.

-Peki asker, sen kumandanlarından hiçbir para, altın gibi ödüller kabul etmemişsin, varlıklı da değilsin, acaba bu nedendir?

-Olsun gomutanım. Memleketimize kırkyılın başı bi iş, bi hizmet yaptıysak, hemen ödül, mükafat mı olurmuş. Sonacım benim eskerlemdeki en büyük mükafatı siz verdiniz. Beni yanınıza çağırıp, fincan gayve sunmanız benim için en büyük mükafattır, gumandanım!

-Asker gülleyi kaldırdığın gibi beni de kucaklayıp kaldırabilir misin? Söyle asker, çekinmeden söyle, kaldırabilir misin?

Koca Seyit biraz durakladıktan sonra, Atatürk'ün yüzüne anlamlı şekilde bakıp, sorusunu yanıtlar:

-Hayır gumandanım.

-Niye, ben koca gülleden daha ağır mıyım sanki?

-Gülle başka, siz gene başka gumandanım. Sizi ben del kimsecikler galdıramaz. Çünküm sizin büyüklüğünüz, ağırlığınız gülleyle ölçülemez, gumandanım!

Koca Seyit'in bu cevabı Atatürk'ü fazlasıyla memnun eder. Kahramanı saygılı, yiğit ve güvenilir bulur. Atatürk'ün aklına bir soru yöneltmek gelir:

-Sanıyorum eski bir askersin. Askerlikten bıktın mı, terhis olup da evine döndükten sonra bu ocağa seni yeniden çağırsalar severek, isteyerek, gönlünce yine koşar gelir misin?

Koca Seyit hiç düşünmeden:

-Tabey gelirim gumandanım. Değil dokuz sene onsekiz sene de yapsam ekserlimi sizin gibi gomutanlar haydin ekser ocana gelin dedi miydi tabeyke hemen gene koşup gelirin, cevabını verir.

Koca Seyit'in bu cevabı Atatürk'ü pek memnun eder. Aynı cephede oldukları sürece Koca Seyit'i her zaman sever, onunla ilgilenir ve onu hiç unutmaz.


 
Kendi cenaze namazlarını kılan şehitler...

Babamım dostlarındandı. Dimdik yürüdü. Hani Allah'tan başka kimsenin önünde eğilmemiş tipler vardır ya,
öyle biriydi. Ben çok küçüktüm, evimize misafir gelirdi. "Oğul" diye seslenirdi hep. Bağdaş kurmaz, diz çöker öyle
otururdu. Gaz lambası ışığında daha bir heybetli görünürdü gözüme. Hep bitip tükenmek bilmeyen harp hatıraları anlatırdı.
Çanakkale, Gazze, Kafkas cephelerini dolaşmış; Sakarya, Dumlupınar'da savaşmış. Ancak İzmir'in kurtuluşundan sonra
köyüne dönebilmişti. Anlattıklarında hep acı, kan, cefa vardı. Kolay mı kazanılmıştı bu vatan? Ölüm neydi ki?
Şerbet içmek kadar kolaydı. "Biz kendi cenaze namazımızı kendimiz kıldık Çanakkale'de !" derdi sık sık.
Olur muydu??

Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperlerdekiler ileri fırlamış
boğuşuyorlar. Yüzbaşı hucum için emir bekliyor. Bütün asker süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin ! ...
Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor...
"Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenab-ı Rabb'ül Alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi !
Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber teyemmüm edelim..."
Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı;
" Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor.
Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım..."

" Kabe Karşımızda... "

Arkadan Of'lu Ali çavuş bağırır. " ER KİŞİ NİYETİNE... "

O gün yapılan hücumda, kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti.
Onlar Allah'a verdiği sözü tuttular....


 
Çanakkale Savaşı'nın tarihe geçecek ilkleri...


Dünya harp tarihinde ilk defa denizaltı engel ağı kullanıldı. Yanıltıcı telsiz görüşmelerini ilk kez Mehmetçik uyguladı.

Çanakkale Deniz Zaferi�nin 90�ıncı yıl dönümü nedeniyle Boğaz ve Garnizon Komutanlığı�nca �Çanakkale Savaşları� konulu konferans düzenlendi. Konferansta, Çanakkale deniz ve kara savaşları süresince uygulanan ve dünya savaş tarihine �ilk� olarak geçen, ancak fazla bilinmeyen savaş taktikleri anlatıldı.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Süleyman Demirel Konferans Salonu�nda düzenlenen etkinliğe, Çanakkale Boğaz ve Garnizon Komutanlığı Kurmay Başkanı Deniz Kıdemli Kurmay Albay Murad Hatip ile Harekat ve Muhabere Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Murat Yılmazarslan konuşmacı olarak katıldı.


 
NARA GEÇİDİ

Deniz Kıdemli Kurmay Albay Murad Hatip, Çanakkale Savaşları sırasında, 13 Aralık 1914�te, Boğaz�ın korunmasında Sarısığlar bölgesinde demirleyerek sabit batarya görevi alan Mesudiye zırhlısının, düşman denizaltı saldırısı sonucu batırılmasıyla, denizaltı tehlikesinin kendini gösterdiğini belirtti. Hatip, �O andan itibaren çeşitli karşı tedbirler alındı. Bu tedbirlerin içinde en etkilisi ise Boğaz�ın Nara geçidinde kurulan Denizaltı engel ağı oldu. Dünya harp tarihinde, mania ağı ilk kez Çanakkale�de uygulanmıştır� dedi.

 
ŞİFRE ÇÖZDÜLER

�Kahraman Mehmetçik, düşman donanmasının boğazı geçmek için düzenlediği çeşitli manevralara ise yanıltıcı telsiz görüşmeleriyle taktik uyguladı� diyen Hatip, Gelibolu yarımadasında Kilitbahir Köyü, Goncasuyu bölgesindeki Telsiz Muhabere İstasyonu�nun düşman kuvvetlerinin telsiz haberleşmelerini iyi izleyip, şifrelerini çözdüğünü anlattı. Hatip, �Planlanan harekatlara yönelik bu istasyondan yaptıkları telsiz görüşmeleriyle yanıltıcı bir muhabere uygulamaları, dünya savaş tarihinde ilk olarak kullanılan taktikler arasında yer buldu� diye konuştu.

 

NUSRAT PLANI

Deniz Kıdemli Kurmay Albay Murad Hatip ile Harekat ve Muhabere Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Murat Yılmazarslan, Nusrat mayın gemisinin mayın dökme planının İngiltere Osmanlı ile dostken, İngiliz Bahriye Heyeti�ne mensup Halifaks adlı bir subay tarafından yıllar önce hazırlandığını anlattı. Konferans konuşmacısı subaylar, �Gerektiği taktirde Çanakkale Boğazı�nın ne şekilde mayın dökülerek kapatılacağını tespit eden planları ne gariptir ki İngiliz Bahriye heyetine mensup Halifaks adlı bir subay hazırlamıştı. Mayın hatlarının tesisinde Halifaks�ın hazırladığı mayın planlarından istifade edildi. Ancak bu planlar üzerinde, gereken değişiklikler yapılarak sürpriz etkisi sağlandı� dedi.

Denizaltı ağlarını bu çıpalar tutuyordu

Denizaltı ağı olarak bilinen Agmania ağı sistemi, dünya savaş tarihinde ilk kez Çanakkale savaşlarında kullanıldı. Bu ağlar, dev çıpalarla deniz dibine tutturuluyordu.

Goliath'ı batırdı
Çanakkale Savaşı sırasında kullanılan Muavenet-i Milliye Gemisi�nin torpido kovanı. 13 mayıs 1915 gecesi Morto Koyu�nda İngiliz Goliath zırhlısı, bu kovandan atılan üç torpido ile batırıldı.

149 komutandan 78�inin fotoğrafı bile yok

GELİBOLU Yarımadası Tarihi Milli Parkı�nda �Uzun Devreli Gelişme Planı� kapsamında Çanakkale Savaşları�nda görev alan 149 komutandan 71�inin rölyefleri yapılarak, Eceabat İlçesi Kilye Koyu�ndaki Ana Tanıtım Merkezi�nin duvarına yerleştirildi. Araştırmalar sonucunda 1�inci Dünya Savaşı�nda Çanakkale�de görev yapan 149 Türk komutandan ancak 71�inin fotoğrafına ulaşabildiklerini söyleyen heykeltraş Umut Devrim Can, �Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savaş Tarih Etüt ve Araştırma Merkezi�nde araştırma yaptık. Savaşlarda 149 komutan görev yapmış. Ancak biz fotoğrafını elde edebildiğimiz 71 komutanın rölyeflerini hazırlayabildik� diye konuştu. Fotoğrafları temin edilemeyen diğer komutanlar için bırakılan boş yerlere komutanların adlarını, rütbelerini ve hangi birliklerin komutanı olduklarını gösteren tanıtım yazıları asılacağı belirtildi. Komutanların yaşatıldığı rölyeflerin açılışının Çanakkale Deniz Zaferi�nin 90�ıncı yıldönümünün kutlanacağı 18 Mart günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılacağı açıklandı.

Fransız amiral yanlış bilgi veren oğlunu astırmıştı

ÇANAKKALE Savaşları sırasında yaşanan bir ilginç ayrıntı, düşman donanmasında görevli Fransız Filo Komutanı Amiral Guepret�nin, emrinde çalışan oğlu Yüzbaşı Guepret�nin yanlış istihbarat verip, bunun sonucunda babasının başkanlık ettiği mahkemece idam kararının verilmesi olarak anlatıldı. Kurmay Albay Hatip ile Kurbay Binbaşı Yılmazarslan bu olayı şöyle özetledi: �Boğaz�da görevli Fransız Filo Komutanı Amiral Guepret�nin oğlu, Yüzbaşı Guepret�ye onur görevi olarak Boğaz�daki mayınların tespit edilmesi görevi verildi. Yüzbaşı Guepret, havadan yapılan keşif uçuşunda, Nusrat�ın döktüğü mayınları tespit edemedi, Boğaz�ın mayınsız olduğunu belirten temiz raporunu filolara verdi. 18 Mart günü düşman gemilerinin sonunu hazırlayan bu mayınlar, Amiral�in oğlu Yüzbaşı Guepret�nin de sonunu hazırladı. Yüzbaşı Guepret, babasının başkanlık ettiği Askeri mahkemeye çıkarıldı, idama mahkum olup kurşuna dizildi.�[/b][/color]


 
Çanakkale Cephesinden Asker Mektupları


Yüzbası Kazım Efendi
21. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük Kumandanı
27 Nisan 1915 (1331)
Seddülbahir civarında Selimbey Çiftliginden
18-19 “M” 331 Kazım


"Sevgili Kardesim,

Ben vatan ve millet ugrunda bana düsen vazifeyi ifa ettim. Artık gerisini
size terk ediyorum. Ben cümlenize hakkımı helal ettim, tabiidir ki siz de
helal edersiniz. Hemsiremin, Ziyanın kemali hasretiyle gözlerinden öperim.
Muhterem amcamın ellerinden öperek dualarını her zaman beklerim. Çoluk
çocugumu evvel Cenabı Hakka sonra vatan ve millete ve sizlere emanet ederim.
Sevgili valideme, aileme, çocuklara güzel bakınız. Tahsillerine himmet
ediniz. Maaslarının tahsisi, icap eden muamelenin ifası için arkadaslardan
alayımızın tabur katibi ve aynı zamanda alay naibi bulunan Hasan Efendiye
yazdım. Bulundugum fırkanın kumandanı Miralay Remzi Beydir. Alay Kumandanı
Binbası Halil Beydir. Bu isimler size lazım olursa kendileri ile muhabere
edersiniz. Binbasımız Sevki Beyde benim gibi tehlikede bulundugu için sag
kalırsa ona da müracaat edersiniz. Kolordu kumandanımız malum oldugu üzere
Esat Pasa Hazretleridir.

Hayvanım hakkında lazım gelen muamele içinde katip efendiye yazdım. Oradaki
hakkımı da çocuklarım için yazdım. Sana çok rica ederim, efradı ailemi,
validemi hiçbir vakit üzme. Daima rıfk ile muamele et. Bana acımasınlar. Ben
mukaddes vatan ugruna terk-i can ettim, bahtiyarım. Cenabı Hâke sizleri de
bahtiyar bulunsun. Baki cümlenizi Cenabı Hakka emanet ederim sevgili
kardesim."

Vatanı için ölümü büyük bir kalp rahatlıgı içinde bekleyen bir adamın
vasiyeti olan bir adamın Çanakkale’yi Çanakkale yapan kahramanlık destanının
özel bir ifadesidir. Yüzbası Kazım Efendi bu mektubu yazdıktan tam 26 gün
sonra hissettigi veçhile sehit olmustur. Yukarıdaki mektup onun son
mektubudur.

55. Alay, 5. Bölükten
Eskisehir’in Ilıca Köyünden Ekderis Ogullarından Ömer Oglu Nasuh, 1306
Inegöl Kazası Muzal Köyünden Resul Ogullarından Mehmet Emin Oglu Mustafa,
1304 Ankara Kalecik Kazasından Dalyasan Köyünden Ibrahim Oglu Hüseyin, 1302
Eskisehir’in Ilıca Köyünden Mehmet Oglu Abdurrahman, 1299

Kerevizdere’de taburun önünde düsmanın yapmıs oldugu büyük bir ileri siper
hazır kıt’a olarak bulunan taburun sinirlerine dokunuyordu. Tümen komutanı
bile, “2. Taburun önünde düsman bu cesareti göstersin... Tuhaf sey!” diyordu
Bu siperi yıkmak, perisan etmek gerekirdi! Fakat bu da büyük fedakarlıga
baglıydı. Yüzbası durumdan etkilenmisti. Tabur komutanıyla görüserek “Biz bu
siperi yıkarız, fakat en sevgili askerlerimden birkaç tanesini feda etmek
lazım.” Diyordu. Yüzbasının bu sözlerini dinleyen biraz mütevazı bir asker
olan Ömer Oglu Nasuh ilerleyerek, “Ben bu siperi yıkarım, sen bana istedigim
arkadaslarımı ver, Yüzbasım!” dedi. Tabur komutanı muvafakat gösterdi.
Yüzbası da lazım gelen talimatı verdi.

Gece pek karanlıktı. Nöbetçilerimiz ve düsman tarafından atılan silahların
kesik sesleri, siperleri saran zifiri karanlıgı yırtmak için haykırıyorlar
gibiydi. Nasuh Onbası; Mehmet Oglu Mustafa, Ibrahim Oglu Hüseyin ve Mehmet
Oglu Abdurrahman’dan olusan küçük ordusunun basında düsman siperlerine dogru karanlıklar içinde süzülüp gitti.

15 dakika sonra, düsman siperinden 4-5 el bombasının sesleri duyuldu. Sonra
bogusma basladı. Bu habersiz hücumdan telas eden düsman, etrafa saskın
kursunlar, maksatsız top ve havan mermisi fırlatıyordu. Top ve havan
mermilerinin açtıgı çukurlardan keskin bayıltıcı ölü kokuları geliyordu.
Herkes Nasuh Onbası ile arkadaslarını bekliyordu. Nihayet 7. Bölük
mıntıkasından haber geldi. Nasuh Onbası vazifesini yerine getirerek sipere
dönmüstü fakat yalnızdı. Mustafa, Hüseyin ve Abdurrahman yoktu. Bunlar da
vazifelerini yerine getirmisler fakat bu ugurda kurban olmuslardı. Yüzbası;
“Arkadaslar hepimiz için bir sereftir.” Diyordu. Düsman siperinin perisan
edilmis oldugunu derhal fark eden tümen komutanı taburu tebrik ediyor ve
Nasuh Onbasının gögsüne kendi eliyle Osmanlı Yıldızı Nisanı takıyordu.

Nasuh Onbası mert ve asil bir eda ile yalnız vazifesini yaptıgını söylüyordu
Nasuh Onbası bu olaydan 4 gün sonra da (24 Temmuz 1915) askerligin en
serefli bir rütbesi olan “SEHITLIK” rütbesini kazandı.


Allah Rahmet Eylesin!


Bir Askerin Siperdeki Ilk Gecesi (1915)

"Sevgili kardesim Müfit Necdet’e
Basları göklere dogru uzanmıs, dagların üzerinde kartallar gibi uçusan
bulutlar, altın kurdelelerle islenirken muhitin sükun ve sukut ile titreyen
kalbinde, karanlıkları yaran zulmetlere meydan okuyan bir seda yükseldi.
“Silah basına!”

Bu emir birkaç sahısta birkaç agızda tekrar edilerek, yansıdı. Artık
gölgeler dolasıyor, fısıltılar çogalıyor. Bazen kısa , sert ve keskin
emirler duyuluyordu. “Düsman taarruz ediyormus” deniliyor ve bu cümleyi
hafif alaycı
bir tebessüm takip ediyordu. Hiçbir yerde hiçbir kimsede olaganüstülük
görülmüyordu. Ölüme karsı gitmeye hazırlanan bu cesur kahramanlar üzerinde
küçük bir tereddüt bile hissedilmiyordu. Yalnız sükun ve intizamla çalısan,
düsmana karsı koyacak, ölümle çarpısacak fakat vatanı kurtarmaya azmetmis,
milletin namusuyla eglenen, yurdun, Türk’ün mukaddesatıyla görülüyordu. Genç
subaylar kılıçlarını kusanıyor, azimkar gözlerle düsman istikametinde
yıldızlardan haber sezmeye ugrasıyorlardı.

Bunlarda benim gibi, hepsi de genç, yeni terfi etmis, gençlik devresinin
atesli ihtirasını yenmeden, gençligin zevk ve emellerine doymadan, vatanın
bagrında alçalmıs çizmelerle, düsmana haddini bildirmek için namuslarına
tecavüz edilmis millettaslarının, hakaret görmüs kardeslerinin intikamını
almak için, din için, namus için, vatan için istikballerini çigneyerek
yurdun istikbali ugruna hudutlara kosmuslardı.

Önde cüretkar adımlarla yürüyen dinç, vakarlı subaylar, arkasında gözleri
vatanın her tarafına sokulmak isteyen düsmana simsekler, atesler saçan bir
kıt’a. Bunlar ayaklarının hareketiyle meydan gelen küçük, hafif çıtırtıları
duymayarak, mehtabın ısıklarından sabahın oluguna hükmeden bülbüllerin
ötüsüne asla ehemmiyet vermeyerek etrafın yesil ormanları arasından
gösterilen istikamette, düsmanı kahretmek için ilerliyordu. Sert, kısa ve
emredici bir ses, gecenin mahsur karanlıgı içinde uçustu; “Istikamet 34
No’lu savunma noktası...!”

Baslar sola, ayaklar sola, mangalar sola döndü. Artık yüksek, çetin çakıllı,
manalı, bir dag tırmanılıyordu. Mesafenin verdigi yorgunlukla terleyen
yüzünü, beyaz “MIM” markalı mendile silerken, kalbimde saklayamayacagım bir
acı duydum. Ruhum ezildi. Gözlerimde hayaller, beynimde birer birer mazinin
tatlı
hayalleri dolastı. Batıya döndüm. Istanbul beyaz ufuklarına dogru 3 senedir
hasret çektigim bir mevcudiyetin hayaline yemin ettim. “Vatanın düsman
ayakları, camileri hac gölgeleri altında görmektense, genç hemsirelerin
namusları ayak altına alınmak, ihtiyar annelerin beyaz saçlarına hakaret
edilmektense, senin; Özellikle senin, “Ey güzel hayal! Düsman kucagında
çırpındıgını duymaktansa , su yüksek tepenin bulutlara karısmıs zirvelerinde
bayragım gibi kırmızı kanlara boyanarak ölümü isterim.” Dedim.

Mukaddesatımı çignemek isteyen, Kabeme haclar yerlestirmek isteyen, bu sefil
düsman leslerinden kan abidesi ve zafer teskil etmeden ölmeyecegim.

Gözlerimde beyaz ve güzel bir hayal, ellerimde ölüm püsküren küçük ve
yuvarlak bombalar oldugu halde yürüdüm. Ilk bombayı sevgilim n*****
ateslerken batıya, onun diyarına bulutlarla selamlar hürriyetler yolladım.



Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)
"Validecigim,

Dört asker dogurmakla müftehir sanlı Türk annesi!

Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yesillik bir ovacıgın
ortasından geçen derenin kenarındaki armut agacının sayesinde otururken
aldım. Tabiatın yesillikleri içinde mest olmus ruhumu bir kat daha takviye
etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Söyle güzel ve
mukaddes bir vazifenin içinde bulundugumdan sevindim. Gözlerimi açtım,
uzaklara dogru baktım. Yesil yesil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek
egilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden
tarafa dogru egilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik
ediyorlardı. Gözlerimi biraz saga çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki
muhtesem çam agaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebsir
ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cıgıl cıgıl akan dere, bana
validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Basımı
kaldırdım, gölgesinde istirahat ettigim agacın yapraklarına baktım. Hepsi
benim sevincime istirak ettigini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu.
Diger bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedası ile beni teshir
ediyor ve hissiyatıma istirak ettigini ince gagalarını açarak göstermek
istiyordu. Iste bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:

-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, su derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-Iste onun çobanından 10 paraya aldım.


Validecigim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamıs. Koyundan simdi
sagılmıs, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düsünüyorum. Ben validemin
sayesinde onun gönderdigi para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur
mu? Sevket neden içmiyor? Fakat yukarıdaki bülbül bagırıyordu: "Validen
kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak,
bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akısını
tetkik edecek ve çıkardıgı sesleri duyacak idi."

Sevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür. Fakat
validecigim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara
getirecegim. Ve su tabii manzarayı gösterecegim. Sevket, Hilmi de senin
sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yesil bir tarafında, çamasır
yıkayan askerlerim saf saf dizilmisler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu


Ey Allah’ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler
bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her sey,
bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de
bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yesil çayırların üzerine
diz çöktüm. Bütün dünyanın dagdaga ve debdebelerini unuttum. Ellerimi
kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, agzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey su öten kusun, su gezen ve meleyen koyunun, su
secde eden yesil ekin ve otların, su heybetli dagların Halkı! Sen bütün
bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler,
seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.

"Ey benim Yarabbim! Su kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini
Ingilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu serefli dilegi ihsan eyle, ve
huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz
askerlerin süngülerini keskin, düsmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün
mahveyle!"

Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar
mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Dünyanın en güzel yerleri burası imis. Yalnız bu memleketlerde dügün olmuyor
Insallah düsman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir dügün yaparız,
olmaz mı? Kadir’e mektup yazdım. Validecigim, evdeki senet vesaireyi
kimselere kat’iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin. Çantayı al,
sandıga koy. Ben sana vaktiyle anlatmıs idim., bu dünya böyledir. Fakat sen
merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık.
Yalnız zaman ister. Validecigim, çamasır falan istemem, paralarım duruyor,
Allah razı olsun."


Tekirdagında Osman oglu Ibrahim
Burdur-Bucak-Kusbaba Köyü
"Hakikatlı validem,


Mahsus selam iderim , iki ellerinden öperim ,hayır duanızı talep ederim.
Hamdolsun ,sıhhatteyim. Insallah sizlerde sıhhattesiniz.

18 Eylül 1915 tarihinde harbe istirak ettik .Simdiye kadar ingiliz
düsmanımızla muharebe itmekteyim. Iste simdi Osmanlı ordusunun kahraman
askerleri,ingiliz düsmanlarımızı kahr iderek tamam denize kadar döktük.Hamd
olsun ,daha çok düsmanlarımızı tepeleyecegiz. Biz Osmanlı askerleriyiz, bize
bu Osmanlılık
birinci padisahımız Osman Gazi’den kalmıstır. Asla geri dönmeyiz. Muharebe
ettigimiz gibi mektup yazmaya elimiz degmiyordu. Biz asker oldugumuz gibi
her daim mektup yazamayız; benim bir mektubuma siz bes mektup yazacaksınız.
Herhalde cevabını gönderiniz, insallah yakın zamanda . Selamet serefini
ihsan eylesin. Elbaki Hüda’ya emanet olasınız. Validecigim meram etmeyesiniz
hamd olsun çok rahatım. Ocak 1916. Oglunuz Ibrahim Çavus.
Adresim: Altıncı Hatem Nizamiye dir.Birinci Taburun Ikinci Bölükgün de,
Birnci Takımın birinci Mangasında diyerek yazınız.

Himmetli Biraderim, Muhammet Efendi, Dayım Yusuf Efendi,
Evvela selam ettikten sonra, saniyen iki ellerinizden buse idem ve yengem
Kadınlara ayrıca ederim. Biraderim hanesi tarafına, Kerim Kadınlara,
Mahdumum Emin Aga’ya ayrıca ederim. Büyük Pederim Ahmet Aga’ya hanesi
tarafına, kızlarına selam ederim. Amcam Mustafa Aga’ya, Muhammet Efendiye,
Dayım Osman Çavus Aga’ya, Hacı Emin Aga’ya cümlenize selam ederim. Bize
selam yok mu diyen ahbaların cümlesine ayrıayrıı selam ederim. Bizim kadına
da selam ederim. Simdiye kadar mektup yollamadıgımın sebebi; Agustos 31
tarihinde Istanbul’dan hareket ettik, Eylül’ün 18’inde Arı Burnu’nun
sagından harbe girdik. 21 Aralık 1915’te düsmanı kahrettik Allah izniyle.

21 Aralık 1915 günü sabah namazının evvel vaktinde düsmanları denize düktük.
4 Ocak 1916’ da hareket ettik Tekirdag’ına geldik. Simdiye kadar benim elim
olmadı,sizde benim nerede oldugumu bilmediniz. Simdiden geri ben haftada bir
mektup gönderirsem sizde haftada bes mektup göndermelisiniz. Ates altında
bir mektup yazdım, 16 Aralık 1915 tarihini atmadım. Simdi bu mektup ile
ikisini birden yolladım. Kusura bakmayınız, insallah yakın vakitte görüsürüz
Ol tarafta her isinizi nasıl ettigseniz beyan ediniz. Sizden aldıgım iki
mektup; biri dayım Osman Çavus, biri biraderim Muhammed Efendiden. Harp
yerinde geldi, vusul buldu,çok memnun oldum. Allah sizleri de memnun eylesin
Emin oldugumuz yeri soruyordunuz. Simdi Tekirdagına geldik,simdilik
burdayız. Biraderim Hakkı Efendiye ,Mustafa Aga’ya ayrı ayrı selam ederim.
Sükürler olsunn paraca sıkılmadım, tütün içmedigim sebeple; çocuklara tütün
içirmeyin. Bir iki ay daha param yeter meram etmeyiniz."


Ömer Onbası

Harp cephesinde Ömer Onbasıdan köyden küçük kardasına,
"Benim nur-i ‘ aynım ve ciger kösem birader-i can beraberim, efendim,
mahsusen selam ve dualar olunub hatır-ı nazikaneleri istifsar kılınmakta ve
gülden nazik demirden pek vüdud-ı nazeninleri daima sıhhat ve afiyet üzere
olup Cenab-ı Hak Teala hazretleri cenabının bilcümle cismi latif ve ruh-i
serifinize sıhhat ve afiyet ihsan edip hak yüzü suyu hürmetine savn-ı
samedaniyyesinde ileriye geriye gitmeyerek masumlar buyara amin. Duaları
Hüdaya amma ba’d ile ithaf olunub eger çi bu taraftan sual-i serif ve
erzani-i latif buyurulursa hafazanallah tarih-i sukkaya degin vücud-i
behbudumuz afeyet üzere olup...


Benim bidancik kardesim Muhammed.
Pek iyi bilinya Muhammed, onbası olduk da hala okuyup yazmak ögrenemedik!
Basçavusumuz Hüseyin Efendiden irica ettim, sana su gözel mektubu yazmaga
basladı. Hele bir kerecik dinleyim dedim; okudu, bisey anlamadım. Ama mektub
böyle yazılırmıs katibcesi bu imis; hoca efendilerden böyle ögrenilirmis;
benim neyime gerek? Koca Basçavusun eline ayagına sarıldım. Yarım saat
ircalar ettim. Hele hele Allah’a bin sükür agzımdan ne çıkarsa
yazıverecegine söz aldım. Ama pek de cahilce seyler söylersem düzeltiverecek
Buna da ben ırazı oldum.


Ne yaparsın, cahil kalmanın sonu iste budur!

Agabeyin Ömer Onbası

Makam-ı Küçük Biraderim Mehmet Efendi

Hatır-ı seriflerinin istifsar idüb mahsus dide-i enverlerini bus edip ol
tarafta bizi sual edenleri ferden ferden selam ve dualar eyleyüb hamd olsun
tarih-i sukkaya degin vücudumuz sıhhat ve afiyet üzere oldugunu arz ile
duanız berekati ile rahatta bulundugumuzu ve selamet ile asude bal-ı
bi-ibtihal kaldıgımızı ba’de’I-beyan ciger kösem makam-ı evladım
ferzendimden ircam sudur ki agan tarafından , laf aramızda , onun kendi
agzından çıktıgı gibi siz efendime yazacagım su sukka-ı hulusi çok irca
ederim. Köyde kimseye okumayasın. Bizim Hüseyin Çavus yeni cahil olmus
derler ve benimle zevklenirler. Sakın ha Mehmed oglum sen sen olasın mektubu
kimseye göstermeyesin. Sen efendim artık kıraat da imla da ögrendim su
mektubumu zahmet çekmeden kendin pek güzel kendine okursun. Ihtiyar amcana
sakın köyün aklı basında agalarından fena sözler getirmege zinhar sebebiyet
verme ki tasaddi etmeyesin. Mehmed Efendi sonra seni ferzend-i
celilü’s-sanıma istemeyerek beddualar okurum.

Söyle bilüp ona göre davranmaya gayret eyle. Baki cümleye ve bütün köy
ahalisine selamlarımla dualarımı edegör. Allah da seni feyzlendire.
Evlatcagızım vesselam ve selavat efendim.

Bölük Emini ve Basçavus Hüseyin
Benim tek kardesçigim Mehmed

Sen bensiz oralarda ne yapıyon? Ne is tutuyon?Haber ver bakalım:Koca nine
zahirelerimizi ögütdü mü? Köyün degirmeni isliyor mu? Simdicik ben kalksam
da köye geliversem bir dilim ekmek bulub verebilin mi? Küçük bınar dastı mı?
Dasmadıysa susuzluk çekersiniz,vah vah.Bana bak oglum:Simdicik çocuklar
delikanlı yerine geçtiler.Sen de davran Koca ninene,köyün ihtiyarlarına
yardım et.Sana ne verirlerse yapıvir,anladın mı? Sen bes vakit namazını
kılıyon mu? Yoksa tenbel tenbel sokaklarda mı dolasıyon? Aman Mehmedim bes
vakit namazını sakın sakın terk idmeyesin.Namazını kılmazsan,orucunu
tutmazsan Hak Te’ala Hazretleri seni sevmez;bes sene sonra asker olunca
yüzünde nur-i pir görülmez.Sonra senin adını bölükte “yüzü savksız
Mehmed”koyarlar.

Bizim köyün mekteb hocası köy hocası olacak adam degildir,büyük ulemadır.Sen
beni dinle,neyine lazım? Hoca efendinin etegine yapısasın.Sen ondan daha
yigirmi bin ilim kaparsın.Bizleri sorarsan,ah oglum bilsen cenk de neler,ne
babayigitlikler gösteriyoruz.

Agabeyin Ömer Onbası

 
BİR “ÇANAKKALE TÜFEĞİ”NİN ÖYKÜSÜ


İngiliz ordusunun askerleri, “Geçilmez Çanakkale”den geçemeyip, geldikleri gibi dönerlerken siperlerde yüzlerce tüfek de bırakmışlardı. Bu tüfeklerden biri, ilginç bir yolculuktan sonra, önce Mekke Şerifi Hüseyin’in, sonra ünlü İngiliz casusu Lawrence’in eline geçti,

onun tarafından İngiliz Kralı 5. George’a armağan edildi ve sonunda İngiliz Kraliyet Savaş Müzesi’ndeki bugünkü yerini aldı. Çanakkale savaşları konusundaki bilimsel çalışmalarıyla
birçok tarihsel olayı gün ışığına çıkaran Prof. Dr. Haluk Oral,



terk edilen İngiliz siperlerinden birinde bulunan bu “Çanakale tüfeği”nin ilginç öyküsünü, Bütün Dünya okurları için yazdı.


Tüfeğin “icat” olduğu zamandan buyana bilinen “tüfek oyunları”ndan birini Çanakkale’de düşman askerleri, siperlerden çekilirlerken yaptılar. Siperleri boşaltıp gittikleri belli olmasın diye siperlere, tetiklerine bağladıkları düzeneklerle ateş eden yüzlerce tüfek hazırladılar. Bu düzenekler kum ya da suyla çalışıyordu. Damlayan suyun ya da akan kumun etkisiyle tetiğe ağırlık biniyor ve tetik düşüyordu. Müttefik ordusu kaçtıktan sonra siperlere giren askerlerimiz bu tüfekleri buldular. Yoktan var ederek savaşan Türk ordusu için bu tüfekler bir ganimetti ve tek tek zimmete geçirildi. Tüfeğin üstüne, savaşta ele geçirildiğini belirten şu sözü yazmayı da unutmadılar:
“İğtinam olunmuştur”.



O sırada Faysal, Şam’da Cemal Paşa’nın himayesindeydi. Ama işin aslı babasına karşı bir tür rehine gibi tutulmaktaydı.
Faysal’ın babası, İttihat ve Terakki Partisi tarafından Mekke Şerifi olarak atanan Hüseyin’dir. Osmanlı’nın Araplar’a para ve silah verdiğini pek çok kaynak yazar. Cemal Paşa da Faysal’ın Arap güçleriyle kendisine katılacağını, düşlüyor ve bunları Faysal’a da açıkça söylüyordu. Kimbilir böyle bir konuşma sonunda Faysal’a bu tüfeği armağan etmiştir. Paşa, Çanakkale’de din kardeşleri tarafından ganimet olarak alınmış bir İngiliz SMLE (Short Magazine Lee Enld) tüfeğini taşımaktan Faysal’ın gurur duyacağını düşünmüş olabilir.
Faysal, bir süre sonra Mekke’ye babasının yanına dönme fırsatını buldu. Mekke Şerifi Hüseyin, o sıralar Osmanlı’ya karşı Arap isyanına hazırlanmaktaydı. Faysal geldiğinde büyük Arap isyanı yalnızca bir kıvılcım bekliyordu.
O kıvılcım, Faysal’a armağan edilen bu silahtan çıktı; Mekke’deki Osmanlı Garnizonu’na atılan ve isyanı simgesel olarak başlatan ilk kurşun Şerif Hüseyin’in tarafından kullanılan bu tüfekten ateşlendi.
Tüfeğin öyküsü burada bitmediği gibi daha da karmaşıklaşıyor. Bu tüfeğin öyküsünü izlerken, ünlü İngiliz casusu Arabistanlı Lawrence’la karşılaşıyoruz. Faysal Ekim 1916’da Thomas Edward Lawrence ile tanıştı ve onu kendine danışman yaptı. Bu görevlendirmenin bir nişanı olarak o tüfeği Lawrence’a hediye etti. T. E. Lawrence’in şanlı tüfeğin tarihsel, ulusal, dramatik ve psikolojik öneminin ayırdına varmaması olanaksızdı kuşkusuz.



Tüfeği hemen sahiplendi ve üzerine adının baş harflerini ve armağan tarihini kazıdı:
“T.E.L 4.12.16”
Lawrence, iki yıl kullandı bu silahı. Başlangıçta, Suriye’de, Ürdün’de öldürdüğü her Türk askeri için bir çentik attı tüfeğe.
Sonra, öldürdüklerinin sayısı o denli arttı ki Lawrence çentik atmaktan vazgeçti. 1 Ekim 1918’de Şam’a girdiğinde bu tüfek elindeydi.
Lawrence tüfeği İngiltere’ye getirip İngiliz Kralı 5’inci George’a armağan etti. Bu tüfek şimdi Kra- liyet Savaş Müzesi’ndedir.


Evet öykü burada bitiyor. Hepsi bir yana da, bir tek çentikler takıldı aklıma:
Birinci çentik acaba köyünden ilk kez askerlik için çıkmış, eline kız eli değmemiş 20 yaşında Erzurumlu bir genç miydi?
İkinci çentik, babası Balkan Savaşı’nda öldüğü için erken evlendirilen 22 yaşında iki çocuklu Memet miydi, Artvinli?
Üçüncüsü, belki, hukuk fakültesi’indeki tahsilini yarıda bırakıp cepheye giden İstanbullu genç bir mülazımdı.
Belki dördüncüsü Bingöl’de bir çobandı. Askere alınana değin vatan deyince aklına bu kum cehennemi hiç gelmiyordu.
Ve beşinci çentik, Anadolu’nun bilinmeyen bir köyündendi, peygamberinin topraklarını korumayı nasip ettiği için yüce Tanrı’sına şükrediyordu dualarında. Kimbilir?•


 
NUSRET MAYIN GEMİSİ VE 18 MART ZAFERİ


..Çanakkale savaşları deyince akla ilk gelen ve bu savaşların simgesi olan kahraman Nusret Mayın gemisidir. 18 Mart Deniz Savaşı'nda Müttefik Donanmasını dağıtan, Müttefik Komutanlarını şaşkınlığa uğratan, Türk askerine moral, Türk Milleti'ne sevinç kaynağı olan 26 mayınla bir yazgının değişmesine sebep olan bir kahramanlık hikayesidir Nusret Mayın Gemisi.

Nusret Mayın Gemisi'nin başarısı o kadar büyümüştür ki destansı özellikler katılarak menkıbe kitaplarında baş köşeyi almıştır. Çoğu kaynakta "17 Mart'ı, 18 Mart'a bağlayan gece" diye başlar Nusret'in serüveni. Bu verilen tarih doğru olmamakla birlikte, olayın dramatik yanını artırması açısından kullanılmıştır. Nusret'in kahramanlık hikayesi çok önceden başlar; Nusret Mayın Gemisi Boğaz sularına 3 Eylül 1914'te geldi.

Teoman Erbay arşivinden Nusret Mayın Gemisi

Almanya'da özel olarak inşa edilmiş bu tekne, dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu.

 

Nusret Mayın Gemisi'nin künye bilgileri şöyledir :
[/color]



TipiMayın Gemisiİnşa YeriAlmanyaTonajı 360THizmete Girişi1912Boyu40 mEni7,4 mÇektiği su2 mSilahları1 adet 7,5/40 Top, 2 Adet 4,7 Top, 2 mk. 5b.Sürat15 milHizmet Dışı16.06.1957Akıbeti
Müttefik donanmasının boğazlardaki tabyaları bombalamaya başlamaları (Şubat 1915) ile birlikte Mart ayına kadar geçen süre içinde, dünyanın en büyük donanması boğaz önünde toplanıyor, keşif uçuşlarıyla mayın alanları belirleniyor, mayın araştırma ve keşif gemileri boğazın içlerine kadar girip mayınları temizliyorlardı. Nusret'in mayınlarını döktüğü Karanlık Liman önündeki mayın hatları ise tamamen temizlenmişti.

Uzun süreli bu temizlik çalışmalarının ardından Müttefik donanmasının boğazı geçme girişiminde bulunacağı kesinde. Bunun üzerine Müstahkem Mevkii komutanlığı daha önceden düşündüğü gibi, bir Alman subayının da teklifiyle elde kalan son 26 Mayını Karanlık Liman'a dökme kararı aldı.

Bu olayın içinde yaşayan Müstahkem Mevkii Kurmay Başkanı Selahattin Adil anılarında şöyle yazmaktadır :
"Düşman kesin saldırısının birkaç gün içinde yapılacağı belli oluyordu. Deniz işlerine bakan ve izleyen tecrübeli, sevimli, uysal bir ihtiyar olan Alman Amirali Menter Paşa'nın teklifine uyularak, geride kalan yedek mayınların atılmasına karar verilmiş ve 30 kadar mayın Nusret gemisinde hazırlanmıştı."

Böylece Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa'nın da görevlendirilmesiyle, Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey komutasındaki Nusret Mayın gemisi 7/8 Mart gece yarısından az sonra göreve çıkıyordu. Müstahkem Mevkii Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi (Akpınar) Bey'de Nusret Mayın Gemisi'ndeydi.

7/8 Mart gece yarısından az sonra sisli bir havada Çanakkale'den ayrılan Nusret Mayın Gemisi bütün ışıklarını söndürmüş, kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmışlardır. Daha önceden dökülmüş olan mayınların arasından, Nazmi Bey'in kılavuzluğunda geçerek karanlık Liman'a doğru ilerlemeyi sürdürürler. Kıyıya paralel olarak 100'er metre aralıklarla ve suyun 4,5 metre altında 26 mayın da sessizlik içinde dökülür. Görev tamamlandığında yine aynı sessizlik ve dikkatle geriye dönen Nusret Mayın Gemisi, bir savaşın kaderini değiştirecek 26 Mayınlık imzasını bırakmıştır geride.

Ertesi günlerde, Müttefikler tarafından yeni keşif uçuşları ve mayın taramaları yapılmıştır. Her nasılsa bu 26 sürpriz mayın kendilerini saklamayı başarmıştır. Hatta Karanlık Koy'da mayın bulunmadığına dair rapor veren İngiliz Pilot, bu sürpriz mayınların başarısından bir gün sonra kurşuna dizilmiştir.

18 Mart günü yaşananlar Türk tarihinde gerçek bir zaferdir. Bu zaferde Nusret Mayın Gemisi'nin başarısı tartışılmazdır. Winston Churchill 1930'da ""Revue de Paris" dergisinde bu olayı şöyle yorumluyordu.
"Birinci Dünya Harbi'nde bu kadar insanın ölmesine harbin ağır masraflara mal olmasına, denizlerde 5,000 tane ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Türkler tarafından bir gece önce atılan ve incecik bir çelik halat ucunda sallanan 26 adet mayındır."

Görüldüğü gibi Nusret Mayın Gemisi ve 18 Mart Zaferi bütünleşmiş ve bu zaferle birlikte anılan bir destana dönüşmüştür.
Nusret Mayın Gemisi 2000 yılı itibariyle hala Mersin'de bulunmakta, batmaması için vakıflar ve gönüllüler yardımı ile içindeki su boşaltılmaktadır. Belki Yavuz ve Midilli gibi jilet olmayacaktır, ama bu kaderi paylaşmamak için yardıma ihtiyacı vardır.


 
Çanakkale'yi Geçemeyenlerden Dinleyin

Karşımızdaki bir Türk siperinde silâhın ucuna takılmış beyaz bir iç çamaşırı yukarı kaldırılarak sallandı. Her taraf sessizliğe gömülmüştü. Her iki tarafın siperdekileri silahları üzerine doğrulmuş, dikkatle onu takip ediyordu. Siper ardından iri yapılı bir er yükseldi; Kesin tavırlarla yükselttiği çamaşırı silâhı sipere attı. Kendine güvenen tavırlarla yavaş yavaş yaralıya doğru ilerliyordu. Karşı taraf ve çevresiyle ilgilenmiyor; herkes donup kalmış Türk askerini seyrediyordu. Şaşkınlıktan kurtulabilen askerler Mehmetçiğe nişan almaya çalışıyorlardı. Türk askeri, hiçbir şeye aldırmadan yaralının yanına geldi. Nazik yumuşak hareketlerle yaralının kıyafetini düzeltti . Yaralıyı yerden kaldırdı. Yaralının kolunu omzuna koydu. Yavaş ve emin adımlarla yaralıyı bizim tarafa getirdi. Siperimizin üzerine yavaşça bıraktı, geldiği gibi kendi siperine döndü.
İngiliz siperlerinde şaşkınlık devam ediyordu!
İngiliz komutanı: "Korkak sıçanlar... cesaret örneği görün... Hele bunlarla birlikte aynı cephede savaşmanın tadına doyulmaz... Bu yiğit Türk çocukları keşke dostumuz olsalardı. Bu kahramanlarla savaş değil , dostluk yapmalı... Dostluk."
Bu Türk askerine teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu.
Şimdi okuyacağınız menkıbenin, insanlara çok çekici gelen ve aklınızda kolaylıkla yer eden bir yumuşaklığı ve tatlılığı vardır.
Çanakkale Savaşları'nda, Fransız kuvvetlerine komuta eden General Guro, savaş sırasında bir kolu ile bir bacağının bir kısmını, savaş sırasında bırakarak yurduna dönmüş. Daha sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için çocuklarınızla daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Biraz evvel doğa çevremizde en nefis güzellikteydi.
Su çiçekleri, leylaklar, Peygamber çiçekleri, papatyalar bir gökkuşağı âlemi oluşturuyorlardı. Şimdi, savaş sahasında dövüş bitmiş, o güzelim tablo, kan revan içindeydi. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır kayıplar vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutmayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk Askeri kendi gömleğini yırtmış, onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla bir konuşma yaptık: Niçin, öldürmek istediğin askere şimdi yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
Bu Fransız yaralanınca yanıma düştü. Cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi! Anlamadım!.. Ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok! İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün!..
Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı!.. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşların donduğunu hissettim! Çünkü, Türk askerinin göğsünde, bizim askerinkinden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı!..
Az sonra ikisi de öldüler!!!
Aziz okuyucu, sizlere yüzlerce menkıbeden tarayarak sunduğum bu olayların kahramanları bizim canımız, bizim cevherimizdir. Biz onların torunlarıyız. Övünelim, iftihar edelim, çünkü, o cevherin damarından geliyoruz.


 
  Bugün 17 ziyaretçi (51 klik) kişi burdaydı! © yunak-andl Yönetimi  
 

2009 © Copyright by İsa Pehlivan ® Tüm Hakları saklıdır.
Yasal Uyarı: Web içeriği hiç bir şekilde izinsiz Kopyalanamaz ve Kullanılamaz!!
Tema: İsA V:2.0

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol